Bilirsiniz, ünlü rus fizyolog pavlov, köpeklerine et verirken zil çalınca ve bunu çok kez tekrarlayınca, zil sesini işittiğinde et
görmeden de hayvanın salyası akmaya başlar.
Bu, “şartlı refleks”tir.
Hayvanın “tabiatında olmayan” bır uyaran (zil sesi), onu “tabiatında olan” eti görmüş gibi heyecanlandırmaktadır.
Eğer sürekli olarak zil çalar ama hiç et göstermezseniz, bir süre sonra şartlı refleks söner. Devamın sağlanması için arada bir et gösterilerek refleks pekiştirilmelidir.
Hiçbirimiz dünyaya türk, meksikalı, sünni veya katolik olarak gelmeyiz. Bunlar bize öğretilen değerler, bir başka deyişle, şartlı reflekslerdir.
Eğer pekiştirilmezlerse, zamanla sönerler.
Bır gün pavlov’un enstitüsünü su basar. Köpeklerin bır kısmı boğulur, bır kısmı da günlerce korkuyla titreşir çünkü ölümden zor kurtulmuşlardır. Kurtarılabilenler tekrar enstitüye toplanır. Pavlov zil çalar, köpeklerde tık yoktur. Şu müthiş sonuca varır pavlov:
Ağır travmalar, şartlı refleksleri ortadan kaldırmaktadır.
Hayvan en doğal, en ilkel durumuna gerı dönmektedir.
Bır yandan her gün güneydoğu şehitleri için “kanları yerde kalmayacak” denmesine rağmen kanların sürekli “yerde kalması”, bir yandan “ergenekon” denilerek büyük bir çoğunluğunun tek suçu “atatürk’ü sevmek” olan insanların sabaha karşı evlerinden alınarak hapse atılmaları, bir yandan araba yakıp polise taş atarak gelişen etnik kalkışmalarâ hepsini toplarsanız, temel güvenlik duygusunun artık zaten ortadan kalktığını görürsünüz.
Pavlov’un köpeklerindeki gibi, ağır travmalarla bizim de şartlı reflekslerimiz (milli duygularımız ve tepkilerimiz) kırılıyor.
Emperyalıstler sinsi savaşlarında psıkolojı bilimini kullanırlar.
Mesela ermenılerle türkler arasında ulusal bır düşmanlık mı var, orada psıkıyatrıst vamık volkan gırer devreye ve bu düşmanlığın kökenlerını “inceler” (!)
burada ızlenen yol, abd’nin tehdit olarak gördüğü ulusların ulusal bilinçlerinin, tarihlerinin ve benliklerinin sorgulanması, “aşındırılması” dır.
Kısacası, mıllı duygunun yok edılmesıdır etnık psikiyatrinin görevı. Bır ulusun ulusal bilincini, ulusal duygusunu ve reflekslerini nasıl yok edersiniz?
Bunun denenmiş, sınanmış bir yöntemi vardır: “o ulusun tarihsel varlığını sorgulamaya açarsınız”.
Yani o ulusun tarihini yeniden tartışırsınız. Mesela türkler kendilerini kahraman bır ulus olarak mı görüyorlar?
Onlara ne kadar korkak bır ulus olduklarını göstermek gerekir. Ya da türkler atatürk’ü çok mu yüceltiyorlar?
Onlara atatürk’ün ne kadar sıradan birisi olduğunu göstermelisiniz.
Farkındaysanız son on yıldır tam da böylesi bir dönemden geçiyoruz. “demokratlık” , “tartışma kültürü” adına neyi tartışıyoruz ve bizden neyi kabul etmemiz isteniyor? Diyorlar ki, “siz soykırımcı bır milletsiniz! Ermenilere soykırım uyguladınız …” biz diyoruz ki, “hayır, uygulamadık !”
o zaman deniyor ki: “tamam, madem uygulamadınız, bunu tartışalım, öyle sonuca varalım”. Size mantıklı geliyor, “nasılsa suçlu değiliz, tartışmadan galip ayrılırız” diyorsunuz.
Ama tartışma masası kurulduğunda eşit bir tartışma şansı olmadığını görüyorsunuz.
Bakıyorsunuz, tüm televızyonlar, gazeteler, “aydınlar” sizin ermenileri katlettiğinizi yaymaya başlıyor. Kanıtları var mı ? Elbette yok.
Ama yalan bir kez yayıldı mı ve yalanı söyleyenlerin sayısı da yeteri kadar çok oldu mu, gerçeğin sesi baskılanıyor.
“hayır” diyorsunuz, “gerçeklerı bir de biz anlatalım”, ama anlatamıyorsunuz çünkü tüm propaganda kanalları size kapatılmış durumda.
Işte o zaman anlıyorsunuz “tartışmaya açmak” denilen tuzağı.
Bu sürecin sonunda, ulusal gururu ve hassasiyetlerı yüksek insanlar bile “acaba” demeye başlıyor, “acaba gerçekten ermenileri biz mi katlettık ?”.
“ulusal benlikte ilk kırılma” yaşanıyor… Psikolojik harbin etkisi büyük bır hızla bu şekilde yayılıyor.
Sıra kürtlere gelıyor.
Sızden tartışmanızı ıstıyorlar. Tartışma başlıyor ve yıne kaybedıyorsunuz.
Bır düşünün lütfen, son dönemde nelerı tartışmaya açtık ve şimdi neredeyiz:
Bugün mısak-ı mıllı’yı pek önemsemiyoruz. Kırmızı çizgileri umursamıyoruz. Türk dilinin önemi kalmamış.
Bu ülkede federasyon da olabılır, ermenılerden özür de dileyebılırız…
Kısacası, ulusal varlığımıza ait hayatı her alanda kaybetmiş durumdayız.
Sırada ne var ?
Atatürk var elbette… çünkü önemlı olan, ulusal önderleri yok etmek. O halde, onun ne kadar zalım bır diktatör olduğunu tartışalım. Onun zaaflarını tartışalım. Hatta onun anasını bile tartışalım.
Evet, emperyalistlerın gündemınde bu bile var. “tartışın” dıyorlar,
“biz sizinle önderinizin anasını tartışmak ıstıyoruz !” Sonra sıra sizin ananıza gelecek elbette. Hepinizinkine gelecek…
Işte psikolojık harp budur arkadaşlar… Şimdi yıllar öncesine gidelim.
Mondros imzalanmış. Düşman askerlerı istanbul’a çıkartma yapıyor. Milyonlarca türk, sadece izliyor !
Demek ki önemlı olan ilk adım: “işgali izlettirebilmek” miş. Ama aynı zamanda bır de masa konuyor ortaya: “tartışacaksınız”.. ..
Tartışma masasında bizim sadrazam efendi emperyalistlere yalvarıyor, “biraz acıyın” diye. “izleyerek”, “tartışarak” nereye varabilirsiniz ?
Emperyalistler şu anda beyinlerimize ve yüreklerimize yüzyılın çıkartmasını yapıyor.
Mehmet akif, çanakkale için ne diyordu ?
“şu boğaz harbi nedir, var mı dünyada bir eşi ?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi
tepeden yol bularak geçmek için marmara’ya
kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya”…
Çıkartma sürerken ıkı tavır vardır alınabilecek.
1. İstanbul’da ışgalcılerı karşılayan ve onlardan “tokat yiyen” bır osmanlı paşası olabilirsiniz veya dolmabahçe’den çıkartmayı izleyen bir padişah.
Belki de evinin perdelerini kapatan sıradan ve suskun bır türk.
Ama aslında hepsı aynı kapıya ve aynı kişiliğe çıkar:
“izlersiniz !” her şeyi…
2. Ya da ılk kurşunu atan hasan tahsın olursunuz.
Hasan tahsın’e kadar bu ülkede düşmana hiç kurşun atılmadığını bılmek ne kadar utanç vericidir aslında.
Hasan tahsın’ı ne kadar tanıyoruz ? Onu “hasan tahsın” yapan nedır ?
“ilk kurşun”dan önce de kurşun atmıştır bu kahraman adam.
Hasan tahsın avrupa’dadır ve bır fılme gıder. Fılmde türkler aşağılanmaktadır.
Hasan tahsin bu filmi izlemez, “önce izleyeyim, sonra eleştireyım” demez. çıkarır silahını, ateş eder beyaz perdeye.
Film de orada biter ! Hasan tahsin’in insani ve sıradan yanıdır bu.
Hiçbir insan kendisine, anasına, babasına, mılletine, bayrağına küfrettirmez. En basit insan gerçeğidir bu.
İlkokulda bır çocuğun anasına küfretmeye kalkarsanız, sizinle “anasının durumunu” “tartışmaz”.
Bunun cevabı, suratınıza yiyeceğiniz bir yumruktur. Çünkü çocuğun en insani ve sıradan yanıdır bu.
Ergenekon, ermeni sorunu, kürt açılımı ve can dündarın “insani” denilen “mustafa” belgeselinin bam teli “burasıdır”.
Prof. Dr. Kerem DOKSAT
Psikiyatrist