Kategoriler
Atatürk Gerekli Bilgiler

Refleks Kırılması

Bilirsiniz, ünlü rus fizyolog pavlov, köpeklerine et verirken zil çalınca ve bunu çok kez tekrarlayınca, zil sesini işittiğinde et
görmeden de hayvanın salyası akmaya başlar.

Bu, “şartlı refleks”tir.

Hayvanın “tabiatında olmayan” bır uyaran (zil sesi), onu “tabiatında olan” eti görmüş gibi heyecanlandırmaktadır.

Eğer sürekli olarak zil çalar ama hiç et göstermezseniz, bir süre sonra şartlı refleks söner. Devamın sağlanması için arada bir et gösterilerek refleks pekiştirilmelidir.

Hiçbirimiz dünyaya türk, meksikalı, sünni veya katolik olarak gelmeyiz. Bunlar bize öğretilen değerler, bir başka deyişle, şartlı reflekslerdir.

Eğer pekiştirilmezlerse, zamanla sönerler.

Bır gün pavlov’un enstitüsünü su basar. Köpeklerin bır kısmı boğulur, bır kısmı da günlerce korkuyla titreşir çünkü ölümden zor kurtulmuşlardır. Kurtarılabilenler tekrar enstitüye toplanır. Pavlov zil çalar, köpeklerde tık yoktur. Şu müthiş sonuca varır pavlov:

Ağır travmalar, şartlı refleksleri ortadan kaldırmaktadır.

Hayvan en doğal, en ilkel durumuna gerı dönmektedir.

Bır yandan her gün güneydoğu şehitleri için “kanları yerde kalmayacak” denmesine rağmen kanların sürekli “yerde kalması”, bir yandan “ergenekon” denilerek büyük bir çoğunluğunun tek suçu “atatürk’ü sevmek” olan insanların sabaha karşı evlerinden alınarak hapse atılmaları, bir yandan araba yakıp polise taş atarak gelişen etnik kalkışmalarâ hepsini toplarsanız, temel güvenlik duygusunun artık zaten ortadan kalktığını görürsünüz.

Pavlov’un köpeklerindeki gibi, ağır travmalarla bizim de şartlı reflekslerimiz (milli duygularımız ve tepkilerimiz) kırılıyor.

Emperyalıstler sinsi savaşlarında psıkolojı bilimini kullanırlar.

Mesela ermenılerle türkler arasında ulusal bır düşmanlık mı var, orada psıkıyatrıst vamık volkan gırer devreye ve bu düşmanlığın kökenlerını “inceler” (!)

burada ızlenen yol, abd’nin tehdit olarak gördüğü ulusların ulusal bilinçlerinin, tarihlerinin ve benliklerinin sorgulanması, “aşındırılması” dır.

Kısacası, mıllı duygunun yok edılmesıdır etnık psikiyatrinin görevı. Bır ulusun ulusal bilincini, ulusal duygusunu ve reflekslerini nasıl yok edersiniz?

Bunun denenmiş, sınanmış bir yöntemi vardır: “o ulusun tarihsel varlığını sorgulamaya açarsınız”.

Yani o ulusun tarihini yeniden tartışırsınız. Mesela türkler kendilerini kahraman bır ulus olarak mı görüyorlar?

Onlara ne kadar korkak bır ulus olduklarını göstermek gerekir. Ya da türkler atatürk’ü çok mu yüceltiyorlar?

Onlara atatürk’ün ne kadar sıradan birisi olduğunu göstermelisiniz.

Farkındaysanız son on yıldır tam da böylesi bir dönemden geçiyoruz. “demokratlık” , “tartışma kültürü” adına neyi tartışıyoruz ve bizden neyi kabul etmemiz isteniyor? Diyorlar ki, “siz soykırımcı bır milletsiniz! Ermenilere soykırım uyguladınız …” biz diyoruz ki, “hayır, uygulamadık !”

o zaman deniyor ki: “tamam, madem uygulamadınız, bunu tartışalım, öyle sonuca varalım”. Size mantıklı geliyor, “nasılsa suçlu değiliz, tartışmadan galip ayrılırız” diyorsunuz.

Ama tartışma masası kurulduğunda eşit bir tartışma şansı olmadığını görüyorsunuz.

Bakıyorsunuz, tüm televızyonlar, gazeteler, “aydınlar” sizin ermenileri katlettiğinizi yaymaya başlıyor. Kanıtları var mı ? Elbette yok.

Ama yalan bir kez yayıldı mı ve yalanı söyleyenlerin sayısı da yeteri kadar çok oldu mu, gerçeğin sesi baskılanıyor.

“hayır” diyorsunuz, “gerçeklerı bir de biz anlatalım”, ama anlatamıyorsunuz çünkü tüm propaganda kanalları size kapatılmış durumda.

Işte o zaman anlıyorsunuz “tartışmaya açmak” denilen tuzağı.

Bu sürecin sonunda, ulusal gururu ve hassasiyetlerı yüksek insanlar bile “acaba” demeye başlıyor, “acaba gerçekten ermenileri biz mi katlettık ?”.

“ulusal benlikte ilk kırılma” yaşanıyor… Psikolojik harbin etkisi büyük bır hızla bu şekilde yayılıyor.

Sıra kürtlere gelıyor.

Sızden tartışmanızı ıstıyorlar. Tartışma başlıyor ve yıne kaybedıyorsunuz.

Bır düşünün lütfen, son dönemde nelerı tartışmaya açtık ve şimdi neredeyiz:

Bugün mısak-ı mıllı’yı pek önemsemiyoruz. Kırmızı çizgileri umursamıyoruz. Türk dilinin önemi kalmamış.

Bu ülkede federasyon da olabılır, ermenılerden özür de dileyebılırız…

Kısacası, ulusal varlığımıza ait hayatı her alanda kaybetmiş durumdayız.

Sırada ne var ?

Atatürk var elbette… çünkü önemlı olan, ulusal önderleri yok etmek. O halde, onun ne kadar zalım bır diktatör olduğunu tartışalım. Onun zaaflarını tartışalım. Hatta onun anasını bile tartışalım.

Evet, emperyalistlerın gündemınde bu bile var. “tartışın” dıyorlar,

“biz sizinle önderinizin anasını tartışmak ıstıyoruz !” Sonra sıra sizin ananıza gelecek elbette. Hepinizinkine gelecek…

Işte psikolojık harp budur arkadaşlar… Şimdi yıllar öncesine gidelim.

Mondros imzalanmış. Düşman askerlerı istanbul’a çıkartma yapıyor. Milyonlarca türk, sadece izliyor !

Demek ki önemlı olan ilk adım: “işgali izlettirebilmek” miş. Ama aynı zamanda bır de masa konuyor ortaya: “tartışacaksınız”.. ..

Tartışma masasında bizim sadrazam efendi emperyalistlere yalvarıyor, “biraz acıyın” diye. “izleyerek”, “tartışarak” nereye varabilirsiniz ?

Emperyalistler şu anda beyinlerimize ve yüreklerimize yüzyılın çıkartmasını yapıyor.

Mehmet akif, çanakkale için ne diyordu ?

“şu boğaz harbi nedir, var mı dünyada bir eşi ?

En kesif orduların yükleniyor dördü beşi

tepeden yol bularak geçmek için marmara’ya

kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya”…

Çıkartma sürerken ıkı tavır vardır alınabilecek.

1. İstanbul’da ışgalcılerı karşılayan ve onlardan “tokat yiyen” bır osmanlı paşası olabilirsiniz veya dolmabahçe’den çıkartmayı izleyen bir padişah.

Belki de evinin perdelerini kapatan sıradan ve suskun bır türk.

Ama aslında hepsı aynı kapıya ve aynı kişiliğe çıkar:

“izlersiniz !” her şeyi…

2. Ya da ılk kurşunu atan hasan tahsın olursunuz.

Hasan tahsın’e kadar bu ülkede düşmana hiç kurşun atılmadığını bılmek ne kadar utanç vericidir aslında.

Hasan tahsın’ı ne kadar tanıyoruz ? Onu “hasan tahsın” yapan nedır ?

“ilk kurşun”dan önce de kurşun atmıştır bu kahraman adam.

Hasan tahsın avrupa’dadır ve bır fılme gıder. Fılmde türkler aşağılanmaktadır.

Hasan tahsin bu filmi izlemez, “önce izleyeyim, sonra eleştireyım” demez. çıkarır silahını, ateş eder beyaz perdeye.

Film de orada biter ! Hasan tahsin’in insani ve sıradan yanıdır bu.

Hiçbir insan kendisine, anasına, babasına, mılletine, bayrağına küfrettirmez. En basit insan gerçeğidir bu.

İlkokulda bır çocuğun anasına küfretmeye kalkarsanız, sizinle “anasının durumunu” “tartışmaz”.

Bunun cevabı, suratınıza yiyeceğiniz bir yumruktur. Çünkü çocuğun en insani ve sıradan yanıdır bu.

Ergenekon, ermeni sorunu, kürt açılımı ve can dündarın “insani” denilen “mustafa” belgeselinin bam teli “burasıdır”.

Prof. Dr. Kerem DOKSAT
Psikiyatrist

Kategoriler
Atatürk Gerekli Bilgiler

Vatan Sevgisi ve Ahde Vefa

ATATÜRK’ÜN YAVERİNDEN BİR ANI !….

Gazi, çiftliğinde dolaşıp hava alırken oldukça yaşlı bir kadına rastladı.
Atatürk attan inerek bu ihtiyar kadının yanına sokuldu.

– Merhaba nine.
Kadın Ata’nın yüzüne bakarak hafif bir sesle;
– Merhaba dedi.

– Nereden gelip nereye gidiyorsun?
Kadın şöyle bir duralayıp;
– Neden sordun ki, dedi. Buraların saabisi misin? Yoksa bekçisi mi?
Paşa gülümsedi.

– Ne sahibiyim ne de bekçisiyim nine. Bu topraklar Türk milletinin
malıdır. Buranın bekçisi de Türk milletinin kendisidir. Şimdi nereden
gelip nereye gittiğini söyleyecek misin?
Kadın başını salladı.
– Tabii söyleyeceğim, ben Sincan’ın köylerindenim bey, otun güç bittiği,
atın geç yetişdiği, kavruk köylerinden birindeyim. Bizim muhtar bana
bilet aldı trene bindirdi, kodum Angara’ya geldim.

– Muhtar niçin Ankara’ya gönderdi seni?
– Gazi Paşamızı görmem için. Başını pek ağrıttım da… Benim iki oğlum gâvur
harbinde şehit düştü. Memleketi gâvurdan gurtaran kişiyi bir kez görmeden
ölmeyim diye hep dua ettim durdum. Rüyalarıma girdi Gazi Paşa. Bende gün
demeyip mihtara anlatinca, o da bana bilet aliverip saldi Angaraya,
giceleyin geldimdi. Yolu neyi de bilemediğimden işte agsamdan belli böyle kendimi ordan
oraya vurup duruyom bey.

– Senin Gazi Paşa’dan başka bir isteğin var mı?
Kadının birden yüzü sertleşti.
– Tövbe de bey, tövbe de! Daha ne isteyebilirim ki.. O bizim vatanımızı gurtardı. Bizi düşmanın elinden gurtardı. Şehitlerimizin mezarlarını onlara çiğnetmedi daha ne isteyebilirim ondan? Onun sayesinde şimdi
istediğimiz gibi yaşiyoz. Sunun bunun gâvur dölünün köpeği olmaktan onun sayesinde kurtulmadık mı? Buralara bir defa yüzünü görmek, ona sağol paşam! Demek için düştüm. Onu görmeden ölürsem gözlerim açık gidecek. Sen efendi bir adama benziyon, bana bir yardım ediver de Gazi Paşayı bulacağım yeri deyiver.
Atatürk’ün gözleri dolu dolu olmuştu, çok duygulandığı her halinden belliydi. Bana dönerek;

– Görüyorsun ya Gökçen, işte bu bizim insanimizdir… Benim köylüm, benim vefalı Türk anamdır bu.
Attan indim. Yaşlı kadının elini tuttum anacığım dedim, sen gökte aradığını yerde buldun, rüyalarını süsleyen, seni buralara kadar koşturan Gazi Pasa yani Atatürk işte karsında duruyor.Köylü kadın bu sözleri duyunca şaşkına döndü. Elindeki değneği yere fırlatıp Atatürk’ün ellerine sarıldı. Görülecek bir manzaraydı bu. İkisi de ağlıyordu. İki Türk insanı biri kurtarıcı, biri kurtarılan, ana oğul gibi sarmaş dolaş ağlıyorlardı. Yaşlı kadın belki on defa öptü atanın ellerini. Ata da onun ellerini öptü. Sonra heybesinden küçük bir paket çıkarttı. Daha doğrusu beze sarılmış bir köy peyniri. Bunu Atatürk’e uzattı;
– Tek ineğimim sütünden kendi ellerimle yaptım Gazi Paşa, bunu sana hediye getirdim. Seversen gene yapıp getiririm. Paşa hemen orada bezi açıp peyniri yedi. Çok beğendiğini söyledi.

Sonra birlikte köşke kad ar gittik. Oradakilere şu emri verdi;

-‘Bu anamızı alın burada iki gün konuk edin. Sonra köyüne götürün. Giderken de kendisine üç inek verin benim armağanım olsun.’

Bu yazıyı okurken duygulanan veya ağlayanlar varsa, hala umut var demektir.

Kategoriler
Atatürk Gerekli Bilgiler

Atatürk’ e Bir Köylünün Cevabı

Tarihimiz sayısız savaşlarla doludur. Biz bu savaşlardan başkaldırıp ne memleketi imar edebilmişiz, ne de kendimiz refaha kavusmuşuzdur. Bunun sebebi, bizim suyumuzda olduğu kadar düsmanlarimizdadir da. Çünkü başta moskoflar olmak üzere düşmanlarımız hep söyle düşünürlerdi:
– Türklere rahat vermemeli ki, başka sahalarda ilerleyemesinler
Bunun için de sık sık başımıza belalar çıkarırlar, savaşlar açarlar, Balkan milletlerini istiklal diye kışkırtırlardı.
Biz böyle durmadan savaşırken de o zamanlar askere alınmayan gayri müslimler durmadan zenginleşirlerdi.
Onların neden zengin, bizim neden fakir kaldığımızı bir köylü, Atatürk’e verdiği kısa bir cevap ile gayet veciz olarak izah etmiştir.
Atatürk, Mersin’e yaptığı seyahatlerden birinde, şehirde gördüğü büyük binaları işaret ederek sormuş:
– bu köşk kimin?
– kirkor’un…
– ya şu koca bina?
– yargo’nun
– ya şu?
– salomon’un…
Atatürk biraz sinirlenerek sormuş:
– onlar bu binaları yaparken ya siz nerede idiniz?
Toplananların arkalarından bir köylü:
– biz mi nerede idik? Biz Yemen’de, Tuna boylarında, Balkanlarda Arnavutluk dağlarında, Kafkaslarda, Çanakkale’de, Sakarya’da savaşıyorduk paşam
Atatürk bu hatırasını naklederken:
– hayatımda cevap veremediğim yegane insan bu ak sakallı ihtiyar olmuştur, der dururdu.

Kategoriler
Atatürk Gerekli Bilgiler

Büyük adam ölünce

Sene 1938, on kasım…

İstanbul üniversitesi’ nde saat 9′ u 5 geçenin meşum haberi duyulmuş… Bir alman profesör var, hukuk fakültesinde, o da duymuş, şaşırmış. Derse girsin mi, girmesin mi bir türlü karar veremiyor. O sırada aklına rektöre müracaat etmek gelir. Kalkar, yanına gider. Aralarında şu konuşma geçer:

-efendim, mütereddidim. Acaba ne yapsam?

-sizde böyle büyük bir adam ölünce ne yaparlarsa, onu yapın.

İşte o zaman alman profesör kollarını iki yana sarkıtarak:

-bizde bu kadar büyük bir adam ölmedi ki… Der.

(yücebaş, hilmi, atatürk’ün nükteleri-fıkraları, Hatıraları, istanbul, kültür kitapevi, 1963, sh. 39)

Kategoriler
Atatürk Gerekli Bilgiler

Atatürk’ün gömüleceği yer ve toprak

O’nun kabri Ankara’da olacaktır. Fakat bu şehrin neresinde? Çünkü O’ nun en son kuvvetli isteği bir an önce Ankara’ya dönebilmekti. Biri Büyük Millet Meclisi’nden İstasyon’a inen cadde üzerindeki yuvarlak yer, diğeri Çankaya’daki yeni köşkün mermer havuzu. Bu yerler şu nedenle konuşulmuştur:
Bir akşam Atatürk’ün etrafında toplananlar arasında, O’nun ölümlü oluşu üzerinde durulmuş ve özellikle kendisi 1926 suikast girişiminden sonra söylediği cümleyi tekrar etmişti. “Benim naçiz vücudum bir gün elbette toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.” dedikten sonra “Milletim beni istediği yerde yatırsın, yeter ki beni unutmasın,” demişti. Meclisin altındaki yuvarlak yeri ortaya atan kişiye ise, “iyi ve kalabalık bir yer, fakat ben böyle bir arzumu milletime vasiyet edemem”. Ancak, gene o akşam ileri sürülen bir fikrin kendisini çok duygulandırdığını, bugün bile hatırlıyorum.
Memleketin bütün sınır boylarından getirilecek toprak üzerinde yatmak. Recep Peker, hararetle bu fikrin sembolik savunmasını yapmıştı.

Atatürk, böyle bir fikrin uygulanmasından ancak, ölümlü vücudu için hoşlanacağını ve gurur duyacağını anlatırken bana bakarak: “Bunu unutma! ” demişti.

Prof. Dr. Afet İNAN

Kategoriler
Atatürk Gerekli Bilgiler

Milletvekili Ayrıcalığı

Atatürk bir sabah Florya’dan Dolmabahçe sarayına dönüyor. Yeşilköy istasyonunun önünden geçerken birdenbire otomobili durduruyor ve başyaver’e:

— sorunuz, tren var mı? Diye emir veriyor.

O sırada tren hemen hareket etmek üzeredir, hep birlikte otomobilden inip yanındakilerle trene biniyor. Karar ani verildiği ve tatbik edildiği için bu trene biniş hemen kimsenin nazari dikkatini çekmiyor. Bir müddet sonra, her şeyden habersiz olan kondüktör ata’nın bulunduğu kompartımana geliyor. Kafileyi görünce çekilmek istiyor. Ata hemen sesleniyor;

— vazifeni yap! (yanındakileri göstererek) bu efendilere niçin bilet sormuyorsun?

Yanındakiler cevap verirler.

— paşam biz mebusuz. Tren bileti almayız. Parasız seyahat ederiz.

Ata hayretle:

— bu imtiyazı hiç beğenmedim, der. Çok ayıp ve acayip bir kaide. Çok güzel halkçılık!

Kategoriler
Atatürk

İşte Devlet Adamlığı Budur

İŞTE DEVLET ADAMI. ONDAN SONRA BÖYLE BİR DEVLET ADAMI GELMEDİĞİ İCİN SÜRÜNÜYORUZ.

Atatürk’ün başyaveri Salih Bozok anlatıyor :

Başkumandanın, düşmandan kurtardığı İzmir’de geçireceği ilk geceydi.
Mustafa Kemal Pasa İzmir’de ilk gecesini çalışarak geçirdi. Zengin bir sofra hazırlandığı halde ufak tefekle karnın doyurdu ve geç vakitlere kadar çalıştı.

Ertesi sabah erkenden uyandık. Hafif bir kahvaltıdan sonra vilayet konağına gittik. Vali, İngiliz konsolosu ile konuşuyordu. Biz gelince vali ayağa kalktı ve konsolos ile Mustafa Kemal Paşa’yı tanıştırdı. Konsolos iyi Türkçe biliyordu.

Pasa valiye sordu: ‘Konu nedir ?’
Vali anlattı:
-‘Sayın konsolos, İngiliz tabası vatandaşlarla, Rum ve ermeni azınlığın güven altında olup olmadığından endişeleniyorlar. Ben kendilerine herkesin güven altında olduğunu bildirdim’.
Mustafa Kemal Pasa konsolosun Türkçe bildiğini biliyordu, buna rağmen kendisine valiyi muhatap aldı:
– ‘Ee, peki daha ne istiyormuş ?’
Bu soruya konsolos Türkçe cevap verdi:
-‘Tabamız için hükümetinizden yazılı teminat istiyorum !’
Pasa: ‘Ne yani, Yunanlılar zamanında siz tabanızı daha emniyette mi görüyordunuz ?’
Konsolos, kasılarak: ‘Evet’ dedi, ‘Yunanlılar buradayken tabamızı daha emniyette görüyorduk.’

Mustafa Kemal Pasa
-‘Öyleyse buyurun, tabanızla birlikte Yunanistan’a gidin, efendim !’
Konsolos sinirlenerek sesini yükseltti:
-‘Yani majestelerimin hükümetine savaş mı acıyorsunuz ?’

Pasa:’Siz kiminle neyi konuştuğunuzu biliyor musunuz? Ben Millet Meclisinin başkanı ve Türk orduları başkomutanıyım. Savaş açmaya da barış yapmaya da tam yetkiliyim. Peki, siz kimsiniz? Hükümetiniz adına savaş ve barış görüşmeleri yapmaya yetkili misiniz? Böyle bir yetkiniz varsa görüselim. Yoksa (eliyle kapıyı gösterdi) buyurunuz dışarıya, efendim !’

Konsolos, Mustafa Kemal Paşa’nın son sözleri üzerine sapsarı kesildi ve tek bir kelime söylemeden kapıdan çıktı gitti.

Mustafa Kemal Pasa, adamın arkasından valiye dondu:
-‘Bunlara yüz vermeyin vali bey! Bir donanma önünde pusacak, bir blöf karsısında yelkenleri suya indirecek bir devletçik sanıyorlar bizi! Küstahlık derecesine bakin, bana ‘savaş mı acıyorsunuz ?’ diye soruyor. Barut kokan bir odada adamın sorduğu şeye bak! Savaş halinde değiliz sanki !’

Birkaç saat sonra, İngiliz donanması komutanı hükümet konağının kapısından girerek Mustafa Kemal Paşa’nın odasına yöneldi. Nazik fakat öfkeli bir hali vardı. Ruşen Eşref kendisine ne istediğini sordu.
-‘Başkomutan Mustafa Kemal Pasa ile görüşmek istiyorum !’
Birlikte odaya girdiler, kapı kapandı.
Amiral:
-‘Çok güç koşullar altında bir savaş kazandınız, sizi asker olarak içtenlikle kutlarım. Çanakkale’deki başarınızı rastlantıya borçlu olmadığınız kanıtlandı böylece. Büyük bir askerle tanıştığım için memnunum.’ diyerek övgüler yağdırmaya başladı.
Pasa, bıkkın bir ifadeyle:
-‘Bunları geçin amiral. Çok işimiz var. Asıl konuya gelin’ dedi.
Amiral bu tavır karsısında bocalayarak konuya girdi:
-‘İzmir’de tabamız ve sizin azınlıklarınız Ermeniler, Rumlar var. Yeni askeri yönetim altında bu insanların statüsü nedir? Güvende midirler ?’

Mustafa Kemal Pasa
-‘Hiç kuskunuz olmasın amiral. Tabanız ve azınlıklar hükümetimizin koruması altındadır. Suç işlemeyenler, kendilerini güvende sayabilirler’
Amiral
-‘Peki suç isleyenler ?’
Mustafa Kemal Pasa
-‘Suç isleyenler sayın amiral, muhtemelen sizin ülkenizde de olduğu gibi, adaletin huzuruna çıkar. Suçlu olanlar, cezalarını çekerler.’
Amiral
-‘Fakat Pasa Hazretleri, fevkalade günler geçirdik. Yunan ordusundan cesaret alan Rumlar şımarıklık yapmış olabilir. Buğun bu insanlar yerli halkın düşmanlığı ile yüz yüzedirler. Ermenilerin biliyorsunuz büyük bir bolumu göçe zorlandı ve önemli bir bölümü hayatlarını kaybetti. Bu ruh haliyle Yunan ordusu ile işbirliği yapmış, bazı Türklere zor günler geçirtmiş olabilirler. Bunlar, fevkalade günlerin olaylarıdır, bağışlanması, hoş görülmesi gerekir. Eğer bu kişiler halkın husumetine bırakılacak olursa, bütün dünya aleyhinize kıyameti koparır !’

Son cümleye kadar amirali sakince dinleyen Mustafa Kemal Pasa, ‘dünyanın koparacağı gürültü’ ile tehdit edilince amiralin sözünü kesti:
-‘Üstünlük pozunuzu derhal bir kenara koyunuz amiral! Milletleri tehdit etmekten de vazgeçiniz. İngiltere ve müttefiklerinin kıyamet koparıp koparmayacağını düşünmem bile! Bunlar memleketin dahili işleridir ve de sizin bu işlere karışmanıza müsaade etmem. Majestelerinin devleti bizim azınlıklarla uğraşmaktan vazgeçsin. Kim ki bize saygı beslemez, bizden de saygı beklemeye hakkı olmaz’
Amiralin yüzü bembeyaz oldu:
-‘İngiliz hükümetinin tabasını her yerde koruma hakkı devletler hukuku teminatı altındadır. Avrupa devletleriyle birlikte arkaladığımız Rum ve Ermenilerin güven içinde bulundurulmasını sadece rica ettik. Yoksa biz bu güvenliği sağlayacak güçteyiz…’
Pasa:
-‘Arkaladığınız Yunan ordusunun denizde yüzen cesetlerini herhalde görmüş olmalısınız. Ordumuz asayişi sağlamıştır. İzmir limanını donanmanıza kapatıyorum. İsterseniz, tabanızı gemilerinize doldurabilirsiniz. Donanmanızın en kısa zamanda limanı terk etmesini istiyorum !’
Sert sözler karsısında amiral ne yapacağını şaşırdı:
-‘İngiltere’ye savaş mı açıyorsunuz ?’

Pasa:
-‘Savaş açmak mı? Siz yoksa Sevr antlaşmasının halen yürürlükte olduğunu mu sanıyorsunuz? Biz onu çoktan yırtıp attık bile. Karsımda serbestçe oturuşunuzu, sizi konuk saymama borçlusunuz! Fakat nezaketimizi kötüye kullanmanıza müsaade edemem. Su anda hukuken ‘barış antlaşması yapmamış’ iki devletiz. Savaş hukuku halen yürürlüktedir. Gemilerinizi derhal karasularımızdan çekmenizi size tekrar ve son defa ihtar ediyorum !’
Bir balmumu heykeline dondu amiral…
Sert adımlarla girdiği Mustafa Kemal Paşa’nın odasında oturduğu sandalyede küçüldükçe küçüldü ve sonunda kekeleyerek: ‘- Affedersiniz !’ dedi, yerlere kadar eğilerek geri kapıya gidip dışarı cıktı.

Olay kısa sure içinde şehirde duyuldu…

İngiliz ve Fransızlar kendi uyruklarını gemilere bindirmeye başladılar.

Birkaç saat sonra da sessizce çekilip gittiler…