Kategoriler
Atatürk Gerekli Bilgiler

Atatürk’ün Kız Kardeşi: Makbule Atadan (1887-1956)

Mustafa Kemal Atatürk’ün kız kardeşi olan Makbule Atadan, 1887 yılında Selanik’te doğdu. Balkan Savaşlarından sonra, annesi Zübeyde Hanım’la birlikte Selanik’ten ayrılarak İstanbul’a yerleşti. Cumhuriyet’in ilanından sonra ağabeyinin isteği üzerine, annesiyle birlikte Ankara’ya geldi. Bir süre Atatürk’ün yanında kalan Makbule Atadan, daha sonra Çankaya Köşkü arazisi içinde kendisi için yaptırılan Çamlı Köşke yerleşti.

1930’da Atatürk’ün isteğiyle Fethi Okyar’ın kurduğu Serbest Cumhuriyet Fırkasına giren Makbule Hanım birkaç ay sonra parti kapatılınca siyasetten çekildi ve 1935’de milletvekili Mecdi Boysan ile evlendi. Makbule Atadan’ın ağabeyi Atatürk ile ilgili anıları “Büyük Kardeşim Atatürk (1952)” ve “Ağabeyim Mustafa Kemal (1952)” adlarıyla yayımlandı. 1956 yılında 69 yaşında öldü.

Kategoriler
Atatürk Gerekli Bilgiler

Atatürk’ün Annesi

Zübeyde Hanım 1857 yılında Selanik’te doğdu. Orta Anadolu’dan göç ederek, Selanik’in batısında Arnavutluk sınırına yerleştirilen yörüklerden, Hacı Sofi ailesinden Feyzullah Ağanın kızıdır. Selanik’te Gümrük Muhafaza Teşkilatında memur olan Ali Rıza Efendi ile evliliğinden beş çocuk sahibi oldu. Fatma ve Ömer’i daha küçükken kaybetti. 1888 yılında Mustafa ilkokuldayken kocasını da kaybeden Zübeyde Hanım, zaman zaman çocukları ile birlikte kardeşi Hüseyin Ağa’nın çiftliğine giderdi. Bu sırada, Atatürk’ün ifadesiyle; iyi kalpli bir insan olan Ragıp Bey’le evlendi. Kızlarından Naciye de çok yaşamadı.

Balkan harbinden sonra, birçok Türk ailesi gibi, kızı Makbule ile birlikte Selanik’ten göç etti ve İstanbul’a gelerek Beşiktaş-Akaretler’de bir eve yerleşti. Milli Mücadele yıllarında Ankara’ya gelen Zübeyde Hanım, 1919’da ayrılmak zorunda kaldığı oğlunu, yıllar sonra Ankara’da Devlet Başkanı olarak gördü. 14 Ocak 1923’te tedavi amacıyla gittiği İzmir’de 66 yaşında vefat etti.

Kategoriler
Atatürk Gerekli Bilgiler

Atatürk’ün Babası: Ali Rıza Efendi (1841-1888)

Ali Rıza Efendi 1841 yılında Selanik’te doğdu. Söke’den Selanik’e yerleşmiş Türkmenlerden “Kırmızı Hafız” lakaplı Ahmet Efendinin oğludur. İlkokulu Abdi Hafız Mahalle Mektebinde okudu. Selanik’te Evkaf İdaresinde katiplik, sonrada Gümrük Muhafaza Teşkilatında memurluk yaptı. Memurluğu sırasında, Hacı Sofi ailesinden Feyzullah Ağa’nın kızı Zübeyde Hanımla evlendi.

1876 yılında da Selanik Asakir-i Milliye taburunda subay olarak görev alan Ali Rıza Efendi, daha sonra da kereste ticareti yapmaya başladı. Zübeyde Hanım’dan beş çocuğu oldu. Çocuklarından Naciye, Ömer ve Fatma fazla yaşamadı. Sadece Mustafa ve Makbule hayatlarına devam edebildi. Ali Rıza Efendi, 1888 yılında, tek oğlu Mustafa Kemal ilkokulda okuduğu sırada, rahatsızlandı ve öldü.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, 19 Mayıs 1881 yılında, Selanik’te Kocakasım Mahallesi, Islahhane Caddesi’ndeki üç katlı pembe evde doğdu. Selanik yerlilerinden olan babası Ali Rıza Efendi, Söke’den Selanik’e gelmiş Türkmenlerden “Kırmızı Hafız” lakaplı Ahmet Efendinin oğludur. Annesi Zübeyde Hanım ise 1871 yılında Selanik yakınlarındaki Langaza kasabasına yerleşmiş, Hacı Sofi ailesinden Feyzullah Ağa’nın kızıdır.

Gümrük Muhafaza Teşkilatı’nda memurluk yaparken Zübeyde Hanımla evlenen Ali Rıza Efendi, 1877 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan önce de Selanik Asakir-i Milliye Taburunda da subaylık yapmıştır. Daha sonraları kereste ticareti yapan babası 1888 yılında öldüğünde Mustafa yedi, kız kardeşi Makbule bir yaşında idi. Diğer kardeşleri Naciye, Ömer ve Fatma küçükken öldüler. Zübeyde Hanım oğlunun başarılarını gördükten sonra, tedavi görmek için gittiği İzmir’de 14 Ocak 1923 günü 66 yaşında hayata gözlerini yummuştur. Makbule Hanım (Atadan) ise 1956 yılına kadar yaşamıştır.

Kategoriler
Atatürk Gerekli Bilgiler

Atatürk’ün Kurduğu Kurum ve Kuruluşlar

ANADOLU AJANSI
Türkiye Cumhuriyeti’nin yarı resmi haber ajansı olan Anadolu Ajansı, 6 Nisan 1920’de, Milli Mücadele davasını yurda ve dünyaya duyurup yaymak amacıyla, Atatürk tarafından Ankara’da kuruldu. Başlangıçta bir tek teksir makinesiyle çalışan Anadolu Ajansı, Kurtuluş Savaşı yıllarında büyük yararlılıklar gösterdi. Anadolu Ajansı, 1 Mart 1925’te Devletin %40 hissedarı olduğu bir anonim ortaklık haline getirildi.

ANKARA HUKUK FAKÜLTESİ
Ankara Hukuk Fakültesi 5 Aralık 1925 tarihinde Ankara Adliye Hukuk Mektebi adıyla kuruldu. Ankara’da bir hukuk mektebinin açılması için ilk teşebbüs 1921 yılında yapıldı. Bu tarihte Kastamonu milletvekili Abdulkadir Kemal Bey Meclise 3 maddelik bir teklif vererek Ankara’da bir hukuk mektebi açılmasını önerdi. Gazi Mustafa Kemal’de 1922 yılında meclisi açış konuşmasında Ankara’da bir hukuk mektebinin açılması gereğini belitti. 1925’te Hukuk Mektebi açıldı ve 301 öğrenci kayıt yaptırdı. Okula uygun bir bina bulunamadığı için açılış Büyük Millet Meclisinin toplantı salonunda yapıldı. Fakültenin açılış konuşmasını Gazi Mustafa Kemal yaptı ve ilk dersi Ahmet Bey (Ağaoğlu) verdi. Hukuk mektebi 1927 yılında Bakanlar Kurulu Kararı ile Ankara Hukuk Fakültesi ismini aldı.

ATATÜRK ORMAN ÇİFTLİĞİ

Atatürk, Ankara’nın 7 km batısındaki çorak topraklarda örnek bir çiftlik kurmayı düşünmüş, Türk çiftçisine, toprak ve tabiat şartları uygun olmasa dahi, bilgiyle ve kararlılıkla çalışıldığı takdirde başarı sağlanabileceğini göstermek istemişti. Bunun üzerine 29 Ocak 1925’te Gazi Çiftliği’ni kurmak amacıyla bir miktar arazi satın aldı.
5 Mayıs 1925’te kurduğu Orman Çiftliği’nde, çiftliğin her türlü faaliyetiyle uğraşan, bütün masraflarını kendisi karşılayan Atatürk burada Atatürk Köşkü’nü yaptırmıştır. Atatürk 11 Mayıs 1937’de çiftliklerini, içerisindeki köşklerle birlikte milletine armağan etmiştir.

ÇOCUK ESİRGEME KURUMU
Çocuk Esirgeme Kurumu, eski adıyla Himaye-i Eftal Cemiyeti Atatürk’ün öncülüğünde kuruldu. Önceleri Kurtuluş Savaşına katılanların çocuklarını esirgeme ve eğitmeyi amaç edindi. Sonraları muhtaç çocuklara yiyecek, giyecek ve okul malzemesi yardımı yapmak, kimsesiz çocukların yönetimini üzerine almak, doğumevleri ve çocuk yuvaları, çocuklar için hastane, prevantoryum, sanatoryum, dinlenme kampları kurmak, doğum ve çocuk sağlığı konularında annelere öğüt vermek gibi görevler yüklendi.

DEMİRYOLLARI VE LİMANLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
Demiryollarının yapımı ve işletmesi için kurulan ve Nafıa Vekaleti’ne bağlı olarak çalışan müdürlükler 1927’de birleştirilerek Devlet Demiryolları ve Limanları İdare-i Umumiyesi olarak kuruldu. Bu kuruluşun adı, 1929’da Devlet Demiryolları ve Limanları Umum Müdürlüğü, 1931’de ise Devlet Demiryolları Umum Müdürlüğü olarak değiştirildi. Bugünkü adını aldığı 1953’e değin katma bütçeli devlet kuruluşu iken, o yıl İktisadi Devlet Teşekkülüne dönüştürüldü. 1984’te ise Kamu İktisadi Kuruluşu konumuna getirildi.

ELEKTRİK İŞLERİ ETÜT İDARESİ
Türkiye’yi elektriğe kavuşturma planını ve bu plan içinde yer alan kuruluşların ön projelerini hazırlamak üzere düzenlenen kanunla, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na bağlı Kamu İktisadi Teşebbüs’ü niteliğinde bir kurum olarak 24 Haziran 1935’te kuruldu

ETİBANK
Türkiye’de maden, enerji ve bankacılık alanlarında faaliyet gösteren İktisadi Devlet Teşekkülü olarak 2 Haziran 1935 tarih ve 2805 sayılı kanunla kuruldu. 1963’te Etibank’ın Kuzeybatı ve Batı Anadolu elektrik sistemlerine Balıkesir-Bursa enerji nakil hattı bağlandı. Etibank’ın kuruluş kanununun 10. maddesi bankacılık faaliyetlerini yalnız kendi bünyesindeki müesseseler için öngörüyordu. 1955’te 6590 sayılı kanun bu maddeyi kaldırdı. Önce büro, sonra şube niteliğindeki bir nüve, daha sonra, bir bankacılık dairesi kuruldu.1956’da ilk şubeler Pangaltı (İstanbul) ve İskenderun’da açıldı.

HALKEVLERİ

Halkın eğitimine ve kültürel gelişmesine yardımcı olmak üzere 19 Şubat 1932’de kuruldu. Ankara’da yapılan açılış töreninde Atatürk teşebbüsün amacını şöyle açıkladı:”Gençlik, gelişen ve yetiştiren bir çalışmanın içinde yaşatılmalıdır. Millet, şuurlu, birbirini anlayan, birbirini seven, ideale bağlı bir halk kitlesi halinde teşkilatlandırılmalıdır. En kuvvetli ders vasıtalarına yetişkin muallim olduklarına malik olmak kafi değildir. Halkı yetiştirmek, halkı bir kitle haline getirmek için ayrıca bir milli halk mesaisinin tanzimini ihmal etmemeliyiz” Halkevlerinin açılması hakkındaki karar C.H.P. genel yönetim kurulunca alındı. Açılacak müesseselerin yönetim ve denetim görevleri partinin il idare kurullarına verildi. 1951 yılında kuruluşa tüzel kişilik kazandırmak ve bunun o tarihte muhalefete geçmiş olan C.H.P. ile ilişkisini kesmek amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan bir tasarı, tartışmalar sırasında mahiyet değiştirdi ve halkevlerinin kapatılmasını, her türlü menkul ve gayrimenkul varlıkların hazineye intikal ettirilmesini öngören 5830 sayılı kanun kabul edilerek gereği yerine getirildi.

İŞ BANKASI
Atatürk tarafından, 26 Ağustos 1924 tarihinde kuruldu. Kuruluşunun ilk yıllarındaki iktisadi şartlara uygun olarak, daha çok kalkınma ve yatırım, bankacılık yönü ağır bastı. Türkiye İş Bankası, kuruluş gayesine de uygun olarak ülkenin iktisadi kalkınması ve sanayileşmesinde önemli rol oynadı; bu amaçla çeşitli yatırımlar yaptı. Ülkede tasarrufu teşvik amacıyla, ikramiye ve kumbara sistemini ilk defa uygulayan; seyahat çeklerini ülkeye ilk getiren banka da Türkiye İş Bankası oldu. Sigortacılık alanında öncülük yaptı ve Anadolu Türk Sigorta şirketi ile Destek Reasüran Anonim şirketini kurdu.

MADEN TETKİK ARAMA ENSTİTÜSÜ (MTA)
Yeraltı zenginliklerimizi arayıp çıkarmak, bunlardan işletilmekte olanları daha verimli duruma getirmek, bu alanda inceleme ve araştırma yapmak, faaliyet konusuyla ilgili elemanları yetiştirmek üzere 1935 yılında kuruldu. Bugün Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına bağlı, tüzel kişiliğe sahip, özel hukuk hükümlerine tabi Kamu İktisadi Teşebbüsü olarak, çalışmalarına devam etmektedir.

MERKEZ BANKASI
Cumhuriyet’in ilk yıllarında siyasal yönetimin ana düşüncesi, bir merkez bankası oluşturmaktan çok, ulusal ticaret bankaları yaratmaktı. Bunun için 1924’te, önce Türkiye İş Bankası oluşturuldu. 1925’te süresi dolacak Osmanlı Bankası’nın imtiyazı 1935’e değin uzatılmakla birlikte, yeni anlaşmada hükümetin banknot çıkaracak bir merkez bankası kurabilmesi için kapı açık bırakıldı. Türk parasının değerindeki düşüşlere karşı duyarlı olan Cumhuriyet yöneticileri 1926’da bir merkez bankası kurulması hazırlıklarını başlattı. Merkez Bankasının yolunu açmak için Türk parasının kıymetini koruma hakkında kanun çıkarıldı. Haziran 1930’da kabul edilen bir yasayla Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası Ekim 1931’de 15 Milyon sermaye ile karma bir anonim şirket olarak kuruldu. Ocak 1932’de çalışmaya başladı.

MERKEZ HIFZISIHA ENSTİTÜSÜ
Türkiye’de koruyucu hekimliğin gerektirdiği tahlil, kontrol, üretim ve araştırma görevlerini yürütmek üzere, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığına bağlı olarak 27 Haziran 1928 yılında kuruldu. 1267 sayılı kanuna göre “Türkiye Cumhuriyeti Merkez Hıfzısıhha Müessesesi” adıyla çalışmaya başladı.

SAĞLIK VE SOSYAL YARDIM BAKANLIĞI
Koruyucu ve tedavi edici hekimlik hizmetlerini düzenlemek, sosyal yardım çalışmalarını yürütmek, serbest hekimlik ve eczacılık faaliyetini denetlemek amacıyla kurulan Sıhhat ve İctimai Muavenet Vekaleti adı altında 1920’de kuruldu. 1945’te Anayasa terimlerinin Türkçeleştirme sırasında, adı Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı olarak değiştirildi.

SANAYİ ve MAADİN BANKASI
Cumhuriyetin, ilk yıllarında benimsenen liberal ekonomi politikası doğrultusunda, 1925-1932 yılları arasında etkinlikte bulunan devlet bankası olan Sanayi ve Maadin Bankası’nın kuruluşunu düzenleyen 633 sayılı yasaya göre bankanın görevleri; kendisine devredilen devlet fabrikalarını, özel sektöre devredilinceye değin işletmek, özel sektörle ortaklıklar kurmak, tek başına ya da ortaklıkları aracılığıyla, maden ayrıcalığı almak ve bunları özel sektörle ortaklık yoluyla işletme ki sanayi ve madencilik alanlarında etkinlikte bulunan özel girişimcilere kredi açmak ve bankacılık işlemleri yapmaktı.

SÜMERBANK
Sümerbank, tüzel kişiligi ve özel kanununda belirtilen sinirlar içinde muhtariyeti olan, sorumlulugu sermayesiyle sinirli; sermayesinin tamami devlete ait, iktisadi alanda ticari esaslara göre faaliyet göstermek üzere, özel hukuka tabi şekilde Sanayi Bakanligina bagli, Iktisadi Devlet Teşekkülü olarak 1933 yilinda kuruldu. O dönem verimlilik ve karlilik ilkelerini göz önünde tutarak, imalat sanayii kurdu, işletmecilik, sinai mamullerini pazarlama, bankacilik işleriyle meşgul oldu.

TÜRK TARİH KURUMU
Türk tarihini bilimin en yeni verilerine dayanarak yeniden incelemek ve Türkiye’nin dünya medeniyetine olan katkısını meydana çıkarmak amacıyla, Nisan 1931’de Atatürk’ün teşvikiyle Ankara’da Türk ocakları Merkez heyetine bağlı olarak kuruldu. Kurum tüzüğünün amaç maddesi şöyledir “Kurumun amacı Türk Tarihi ile Türkiye Tarihi’ni ve bunlarla ilgili konuları inceleme ve elde edilen sonuçları her türlü yolla yaymaktır”. Kurum belli başlı dünya bilim kurumlarına üyedir ve 220’den fazla akademi, üniversite ve bilim kuruluşuyla kitap ve dergi değişimi yapar. Atatürk, Türk Tarih Kurumunun daha çok bir akademi niteliği taşımasını, üye sayısının sınırlı tutulmasını istemiştir. Kurum 16 üye ile kuruldu. Daha sonra üye sayısı 41 ile sınırlandırıldı. Kurum üyeleri Eskiçağ, Ortaçağ ve Yeniçağ adları altında üç uzmanlık koluna ayrılarak çalışmaktadır.

TÜRK DİL KURUMU
Türkçe’nin incelenmesi, özleştirilmesi, geliştirilmesi için çalişan kurum, Atatürk’ün teşviki ve himayesiyle Semih Rifat, Ruşen Eşref (Ünaydin), Celal Sahir (Erozan), Yakup Kadri (Karaosmanoglu) tarafindan 12 Temmuz 1932’de kuruldu.
26 Eylül 1932’de Dolmabahçe Sarayında toplanan Birinci Türk Dil Kurultayı, kurumun çalışma programı olarak şu maddeleri tespit etti: 1.Türk dilinin başka dil aileleriyle karşılaştırılması, 2.Türk dilinin tarihi ve karşılaştırmalı gramerlerinin yazılması, 3.Anadolu ve Rumeli ağızlarından kelimelerin derlenmesi, Osmanlıca kelimelere Türkçe karşılıklar bulunması, 4.Türkçe bir sözlük hazırlanması, 5.Kurumun organı olarak bir derginin yayımlanması, 6.Türk dili üstüne yazılmış yerli ve yabancı eserlerin toplanması ve gerekenlerin çevrilmesi, 7.Terimlerin Türkçeleştirilmesi.

ZİRAAT OKULLARI ve YÜKSEK ZİRAAT ENSTİTÜSÜ
Zirai alanda çalışmak üzere, teknisyen seviyesinde eleman yetiştirmek çeşitli bölgelerin zirai yapılarını ve özellikleri hakkında incelemeler yapmak amacıyla, Tarım Bakanlığı Ziraat İşleri Genel Müdürlüğüne bağlı olarak kurulmuş meslek okulları.

Kategoriler
Atatürk Gerekli Bilgiler

Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu‘ ndan gençliğe

Dünyaca ünlü bilim insanlarımızdan Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu 26 yaşında atom ve moleküllerin çok elektronlu kuramı ile doçent, 50 yıldır çözülemeyen bir matematik kuramını bilim dünyasına kazandırıp Profesör unvanını aldı. Moleküler biyoloji dalının ilk birkaç profesöründen birisi. Bilimsel hizmetlerini dünyanın ve ülkemizin çeşitli üniversitelerinde hâlâ sürdürmekte ve bilim insanları yetiştirmekte. Türklüğüyle gurur duyan bilim insanlarından birisi. Gençler için öylesi güzel bir yazı hazırlamış ki bunu sizlerle, gençlerle paylaşmak istedim.

“Gençler, Türkiye’de adet haline gelmiş göstermelik işlerden kaçının, sırf üniversite bitirdi desinler diye, ananız babanız Amerika’da mastır yaptı diye öğünebilsin diyerek yüksek öğrenime gitmeyin.Sonunda ancak kendinizi kandırırsınız. Temel gayeleriniz kendinizin ufak çıkarları ötesinde, kendiniz dışında, bu ülke, bu ulus, Türk Dünyası, Avrasya, insanlık için olsun, yüksek hedefleriniz için çalışın. O zaman kendi durumunuz da kendiliğinden düzelecektir. Maddiyat ve maneviyatı dengeleyin.

Formülünüz bilim ” + “ gönüldür. Bu iki kanadın biri eksik olursa ne kendinize ne de insanlığa hayrınız dokunur. Gündelik siyaset, çıkar grupları, dışarıdan güdümlü gizli veya açık cemiyetlerden uzak durun.

Atatürk’ün dediklerini bol bol okuyun. Onları işte bu günler için demiş, yazmış. Türkiye’nin şerefli, refahlı, itibarlı ve bağımsız geleceği için Atatürk yolumuzu çizmiştir.
Dış ülkelerden ve onların yerli kuyruklarından medet ummayın. Gayeleri bize yardımcı olmak değil, Türkün adını tarihten silmektir. Dünyanın neresinde olursanız olun kimliğinizi, Türk dilini, Türk tarih ve kültür bilincini binlerce yıllık geleneğini kaybetmeyin. Dış ülkelerde ne kadar kimliğinizi korursanız yabancılar da size o kadar itibar edecektir.

Başkasını taklit etmeyin. Kendi yolunuzu çizip azimle yürüyün. O zaman herkes sonradan sizi taklit edecektir. Eğitimde önce bir meslek,* gerçek bir beceri, bir altın bilezik sahibi olmaya bakın. Ne yaparsanız yapın en iyisini yapın. Siyasetçinin, bilimcinin en kötüsü olacağınıza tamircinin parmakla gösterilen en iyisi olmak yeğdir. Bulabilirseniz Türk okuluna, eğitimin Türkçe verildiği okullara gidin. Konulara merak sarın, not için çalışmayın. O meslekte yararlı olacak bir yabancı dil öğrenin. Bülbül gibi konuşup yabancıdan ayırt edilemez hale getirmek hiç şart değil.

Unutmayın ki Türk olmak bir kafa, gönül işidir. Türk kültürüyle, diliyle, ata sevgisiyle Türk’tür. Soy sop meselesi karıştırarak o her şeyimizi borçlu olduğumuz şerefli atalarımızı karalamaya çalışan iç düşmanların kitaplarına, yaygaralarına kulak asmayın. Kültür genleri, ırk genlerinden daha önemlidir. Vatanı, milleti için her türlü fedakarlığa hazır bir taban gerekiyor. Bu taban son elli yılda hayli eritilmiş, kafası, gönlü karıştırılmış, birbirine düşen kesimler, dışa bağımlı sahte aydınlar içinde vatanın geleceğini düşünmeyen daha da acısı vurdumduymazlaşmış kalabalıklar oluşturulmuştur. Bu durumda gerçek bir önder çıkabilse bile başarılı olma şansı pek azdır. Şimdi yapılacak iş hızla bu toplumun yeniden kaynaşmasına, bilinçlenmesine vatanını, milletini kendisinden önce düşünen insanların çoğalmasına ön ayak olmaktır. Türkiye’yi tekrar Kuvay-i Milliye ruhu, Atatürk ruhu kurtaracaktır.”

Türk’ün Türk’ten başka dostu yok der eskiler. Ne doğru sözdür. Biz bizi anlamalı gençliğimizi de aynı azim ve irade ile yetiştirmeliyiz. Bilimi ve kültürü koruyan genç bilim ve sanat insanlarının yoluna ışık tutmalıyız.
Ne Mutlu Türküm diyebilenlere.

Kategoriler
Atatürk Gerekli Bilgiler

Refleks Kırılması

Bilirsiniz, ünlü rus fizyolog pavlov, köpeklerine et verirken zil çalınca ve bunu çok kez tekrarlayınca, zil sesini işittiğinde et
görmeden de hayvanın salyası akmaya başlar.

Bu, “şartlı refleks”tir.

Hayvanın “tabiatında olmayan” bır uyaran (zil sesi), onu “tabiatında olan” eti görmüş gibi heyecanlandırmaktadır.

Eğer sürekli olarak zil çalar ama hiç et göstermezseniz, bir süre sonra şartlı refleks söner. Devamın sağlanması için arada bir et gösterilerek refleks pekiştirilmelidir.

Hiçbirimiz dünyaya türk, meksikalı, sünni veya katolik olarak gelmeyiz. Bunlar bize öğretilen değerler, bir başka deyişle, şartlı reflekslerdir.

Eğer pekiştirilmezlerse, zamanla sönerler.

Bır gün pavlov’un enstitüsünü su basar. Köpeklerin bır kısmı boğulur, bır kısmı da günlerce korkuyla titreşir çünkü ölümden zor kurtulmuşlardır. Kurtarılabilenler tekrar enstitüye toplanır. Pavlov zil çalar, köpeklerde tık yoktur. Şu müthiş sonuca varır pavlov:

Ağır travmalar, şartlı refleksleri ortadan kaldırmaktadır.

Hayvan en doğal, en ilkel durumuna gerı dönmektedir.

Bır yandan her gün güneydoğu şehitleri için “kanları yerde kalmayacak” denmesine rağmen kanların sürekli “yerde kalması”, bir yandan “ergenekon” denilerek büyük bir çoğunluğunun tek suçu “atatürk’ü sevmek” olan insanların sabaha karşı evlerinden alınarak hapse atılmaları, bir yandan araba yakıp polise taş atarak gelişen etnik kalkışmalarâ hepsini toplarsanız, temel güvenlik duygusunun artık zaten ortadan kalktığını görürsünüz.

Pavlov’un köpeklerindeki gibi, ağır travmalarla bizim de şartlı reflekslerimiz (milli duygularımız ve tepkilerimiz) kırılıyor.

Emperyalıstler sinsi savaşlarında psıkolojı bilimini kullanırlar.

Mesela ermenılerle türkler arasında ulusal bır düşmanlık mı var, orada psıkıyatrıst vamık volkan gırer devreye ve bu düşmanlığın kökenlerını “inceler” (!)

burada ızlenen yol, abd’nin tehdit olarak gördüğü ulusların ulusal bilinçlerinin, tarihlerinin ve benliklerinin sorgulanması, “aşındırılması” dır.

Kısacası, mıllı duygunun yok edılmesıdır etnık psikiyatrinin görevı. Bır ulusun ulusal bilincini, ulusal duygusunu ve reflekslerini nasıl yok edersiniz?

Bunun denenmiş, sınanmış bir yöntemi vardır: “o ulusun tarihsel varlığını sorgulamaya açarsınız”.

Yani o ulusun tarihini yeniden tartışırsınız. Mesela türkler kendilerini kahraman bır ulus olarak mı görüyorlar?

Onlara ne kadar korkak bır ulus olduklarını göstermek gerekir. Ya da türkler atatürk’ü çok mu yüceltiyorlar?

Onlara atatürk’ün ne kadar sıradan birisi olduğunu göstermelisiniz.

Farkındaysanız son on yıldır tam da böylesi bir dönemden geçiyoruz. “demokratlık” , “tartışma kültürü” adına neyi tartışıyoruz ve bizden neyi kabul etmemiz isteniyor? Diyorlar ki, “siz soykırımcı bır milletsiniz! Ermenilere soykırım uyguladınız …” biz diyoruz ki, “hayır, uygulamadık !”

o zaman deniyor ki: “tamam, madem uygulamadınız, bunu tartışalım, öyle sonuca varalım”. Size mantıklı geliyor, “nasılsa suçlu değiliz, tartışmadan galip ayrılırız” diyorsunuz.

Ama tartışma masası kurulduğunda eşit bir tartışma şansı olmadığını görüyorsunuz.

Bakıyorsunuz, tüm televızyonlar, gazeteler, “aydınlar” sizin ermenileri katlettiğinizi yaymaya başlıyor. Kanıtları var mı ? Elbette yok.

Ama yalan bir kez yayıldı mı ve yalanı söyleyenlerin sayısı da yeteri kadar çok oldu mu, gerçeğin sesi baskılanıyor.

“hayır” diyorsunuz, “gerçeklerı bir de biz anlatalım”, ama anlatamıyorsunuz çünkü tüm propaganda kanalları size kapatılmış durumda.

Işte o zaman anlıyorsunuz “tartışmaya açmak” denilen tuzağı.

Bu sürecin sonunda, ulusal gururu ve hassasiyetlerı yüksek insanlar bile “acaba” demeye başlıyor, “acaba gerçekten ermenileri biz mi katlettık ?”.

“ulusal benlikte ilk kırılma” yaşanıyor… Psikolojik harbin etkisi büyük bır hızla bu şekilde yayılıyor.

Sıra kürtlere gelıyor.

Sızden tartışmanızı ıstıyorlar. Tartışma başlıyor ve yıne kaybedıyorsunuz.

Bır düşünün lütfen, son dönemde nelerı tartışmaya açtık ve şimdi neredeyiz:

Bugün mısak-ı mıllı’yı pek önemsemiyoruz. Kırmızı çizgileri umursamıyoruz. Türk dilinin önemi kalmamış.

Bu ülkede federasyon da olabılır, ermenılerden özür de dileyebılırız…

Kısacası, ulusal varlığımıza ait hayatı her alanda kaybetmiş durumdayız.

Sırada ne var ?

Atatürk var elbette… çünkü önemlı olan, ulusal önderleri yok etmek. O halde, onun ne kadar zalım bır diktatör olduğunu tartışalım. Onun zaaflarını tartışalım. Hatta onun anasını bile tartışalım.

Evet, emperyalistlerın gündemınde bu bile var. “tartışın” dıyorlar,

“biz sizinle önderinizin anasını tartışmak ıstıyoruz !” Sonra sıra sizin ananıza gelecek elbette. Hepinizinkine gelecek…

Işte psikolojık harp budur arkadaşlar… Şimdi yıllar öncesine gidelim.

Mondros imzalanmış. Düşman askerlerı istanbul’a çıkartma yapıyor. Milyonlarca türk, sadece izliyor !

Demek ki önemlı olan ilk adım: “işgali izlettirebilmek” miş. Ama aynı zamanda bır de masa konuyor ortaya: “tartışacaksınız”.. ..

Tartışma masasında bizim sadrazam efendi emperyalistlere yalvarıyor, “biraz acıyın” diye. “izleyerek”, “tartışarak” nereye varabilirsiniz ?

Emperyalistler şu anda beyinlerimize ve yüreklerimize yüzyılın çıkartmasını yapıyor.

Mehmet akif, çanakkale için ne diyordu ?

“şu boğaz harbi nedir, var mı dünyada bir eşi ?

En kesif orduların yükleniyor dördü beşi

tepeden yol bularak geçmek için marmara’ya

kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya”…

Çıkartma sürerken ıkı tavır vardır alınabilecek.

1. İstanbul’da ışgalcılerı karşılayan ve onlardan “tokat yiyen” bır osmanlı paşası olabilirsiniz veya dolmabahçe’den çıkartmayı izleyen bir padişah.

Belki de evinin perdelerini kapatan sıradan ve suskun bır türk.

Ama aslında hepsı aynı kapıya ve aynı kişiliğe çıkar:

“izlersiniz !” her şeyi…

2. Ya da ılk kurşunu atan hasan tahsın olursunuz.

Hasan tahsın’e kadar bu ülkede düşmana hiç kurşun atılmadığını bılmek ne kadar utanç vericidir aslında.

Hasan tahsın’ı ne kadar tanıyoruz ? Onu “hasan tahsın” yapan nedır ?

“ilk kurşun”dan önce de kurşun atmıştır bu kahraman adam.

Hasan tahsın avrupa’dadır ve bır fılme gıder. Fılmde türkler aşağılanmaktadır.

Hasan tahsin bu filmi izlemez, “önce izleyeyim, sonra eleştireyım” demez. çıkarır silahını, ateş eder beyaz perdeye.

Film de orada biter ! Hasan tahsin’in insani ve sıradan yanıdır bu.

Hiçbir insan kendisine, anasına, babasına, mılletine, bayrağına küfrettirmez. En basit insan gerçeğidir bu.

İlkokulda bır çocuğun anasına küfretmeye kalkarsanız, sizinle “anasının durumunu” “tartışmaz”.

Bunun cevabı, suratınıza yiyeceğiniz bir yumruktur. Çünkü çocuğun en insani ve sıradan yanıdır bu.

Ergenekon, ermeni sorunu, kürt açılımı ve can dündarın “insani” denilen “mustafa” belgeselinin bam teli “burasıdır”.

Prof. Dr. Kerem DOKSAT
Psikiyatrist

Kategoriler
Atatürk Gerekli Bilgiler

Vatan Sevgisi ve Ahde Vefa

ATATÜRK’ÜN YAVERİNDEN BİR ANI !….

Gazi, çiftliğinde dolaşıp hava alırken oldukça yaşlı bir kadına rastladı.
Atatürk attan inerek bu ihtiyar kadının yanına sokuldu.

– Merhaba nine.
Kadın Ata’nın yüzüne bakarak hafif bir sesle;
– Merhaba dedi.

– Nereden gelip nereye gidiyorsun?
Kadın şöyle bir duralayıp;
– Neden sordun ki, dedi. Buraların saabisi misin? Yoksa bekçisi mi?
Paşa gülümsedi.

– Ne sahibiyim ne de bekçisiyim nine. Bu topraklar Türk milletinin
malıdır. Buranın bekçisi de Türk milletinin kendisidir. Şimdi nereden
gelip nereye gittiğini söyleyecek misin?
Kadın başını salladı.
– Tabii söyleyeceğim, ben Sincan’ın köylerindenim bey, otun güç bittiği,
atın geç yetişdiği, kavruk köylerinden birindeyim. Bizim muhtar bana
bilet aldı trene bindirdi, kodum Angara’ya geldim.

– Muhtar niçin Ankara’ya gönderdi seni?
– Gazi Paşamızı görmem için. Başını pek ağrıttım da… Benim iki oğlum gâvur
harbinde şehit düştü. Memleketi gâvurdan gurtaran kişiyi bir kez görmeden
ölmeyim diye hep dua ettim durdum. Rüyalarıma girdi Gazi Paşa. Bende gün
demeyip mihtara anlatinca, o da bana bilet aliverip saldi Angaraya,
giceleyin geldimdi. Yolu neyi de bilemediğimden işte agsamdan belli böyle kendimi ordan
oraya vurup duruyom bey.

– Senin Gazi Paşa’dan başka bir isteğin var mı?
Kadının birden yüzü sertleşti.
– Tövbe de bey, tövbe de! Daha ne isteyebilirim ki.. O bizim vatanımızı gurtardı. Bizi düşmanın elinden gurtardı. Şehitlerimizin mezarlarını onlara çiğnetmedi daha ne isteyebilirim ondan? Onun sayesinde şimdi
istediğimiz gibi yaşiyoz. Sunun bunun gâvur dölünün köpeği olmaktan onun sayesinde kurtulmadık mı? Buralara bir defa yüzünü görmek, ona sağol paşam! Demek için düştüm. Onu görmeden ölürsem gözlerim açık gidecek. Sen efendi bir adama benziyon, bana bir yardım ediver de Gazi Paşayı bulacağım yeri deyiver.
Atatürk’ün gözleri dolu dolu olmuştu, çok duygulandığı her halinden belliydi. Bana dönerek;

– Görüyorsun ya Gökçen, işte bu bizim insanimizdir… Benim köylüm, benim vefalı Türk anamdır bu.
Attan indim. Yaşlı kadının elini tuttum anacığım dedim, sen gökte aradığını yerde buldun, rüyalarını süsleyen, seni buralara kadar koşturan Gazi Pasa yani Atatürk işte karsında duruyor.Köylü kadın bu sözleri duyunca şaşkına döndü. Elindeki değneği yere fırlatıp Atatürk’ün ellerine sarıldı. Görülecek bir manzaraydı bu. İkisi de ağlıyordu. İki Türk insanı biri kurtarıcı, biri kurtarılan, ana oğul gibi sarmaş dolaş ağlıyorlardı. Yaşlı kadın belki on defa öptü atanın ellerini. Ata da onun ellerini öptü. Sonra heybesinden küçük bir paket çıkarttı. Daha doğrusu beze sarılmış bir köy peyniri. Bunu Atatürk’e uzattı;
– Tek ineğimim sütünden kendi ellerimle yaptım Gazi Paşa, bunu sana hediye getirdim. Seversen gene yapıp getiririm. Paşa hemen orada bezi açıp peyniri yedi. Çok beğendiğini söyledi.

Sonra birlikte köşke kad ar gittik. Oradakilere şu emri verdi;

-‘Bu anamızı alın burada iki gün konuk edin. Sonra köyüne götürün. Giderken de kendisine üç inek verin benim armağanım olsun.’

Bu yazıyı okurken duygulanan veya ağlayanlar varsa, hala umut var demektir.

Kategoriler
Atatürk Gerekli Bilgiler

Atatürk’ e Bir Köylünün Cevabı

Tarihimiz sayısız savaşlarla doludur. Biz bu savaşlardan başkaldırıp ne memleketi imar edebilmişiz, ne de kendimiz refaha kavusmuşuzdur. Bunun sebebi, bizim suyumuzda olduğu kadar düsmanlarimizdadir da. Çünkü başta moskoflar olmak üzere düşmanlarımız hep söyle düşünürlerdi:
– Türklere rahat vermemeli ki, başka sahalarda ilerleyemesinler
Bunun için de sık sık başımıza belalar çıkarırlar, savaşlar açarlar, Balkan milletlerini istiklal diye kışkırtırlardı.
Biz böyle durmadan savaşırken de o zamanlar askere alınmayan gayri müslimler durmadan zenginleşirlerdi.
Onların neden zengin, bizim neden fakir kaldığımızı bir köylü, Atatürk’e verdiği kısa bir cevap ile gayet veciz olarak izah etmiştir.
Atatürk, Mersin’e yaptığı seyahatlerden birinde, şehirde gördüğü büyük binaları işaret ederek sormuş:
– bu köşk kimin?
– kirkor’un…
– ya şu koca bina?
– yargo’nun
– ya şu?
– salomon’un…
Atatürk biraz sinirlenerek sormuş:
– onlar bu binaları yaparken ya siz nerede idiniz?
Toplananların arkalarından bir köylü:
– biz mi nerede idik? Biz Yemen’de, Tuna boylarında, Balkanlarda Arnavutluk dağlarında, Kafkaslarda, Çanakkale’de, Sakarya’da savaşıyorduk paşam
Atatürk bu hatırasını naklederken:
– hayatımda cevap veremediğim yegane insan bu ak sakallı ihtiyar olmuştur, der dururdu.

Kategoriler
Atatürk Gerekli Bilgiler

Büyük adam ölünce

Sene 1938, on kasım…

İstanbul üniversitesi’ nde saat 9′ u 5 geçenin meşum haberi duyulmuş… Bir alman profesör var, hukuk fakültesinde, o da duymuş, şaşırmış. Derse girsin mi, girmesin mi bir türlü karar veremiyor. O sırada aklına rektöre müracaat etmek gelir. Kalkar, yanına gider. Aralarında şu konuşma geçer:

-efendim, mütereddidim. Acaba ne yapsam?

-sizde böyle büyük bir adam ölünce ne yaparlarsa, onu yapın.

İşte o zaman alman profesör kollarını iki yana sarkıtarak:

-bizde bu kadar büyük bir adam ölmedi ki… Der.

(yücebaş, hilmi, atatürk’ün nükteleri-fıkraları, Hatıraları, istanbul, kültür kitapevi, 1963, sh. 39)

Kategoriler
Atatürk Gerekli Bilgiler

Atatürk’ün gömüleceği yer ve toprak

O’nun kabri Ankara’da olacaktır. Fakat bu şehrin neresinde? Çünkü O’ nun en son kuvvetli isteği bir an önce Ankara’ya dönebilmekti. Biri Büyük Millet Meclisi’nden İstasyon’a inen cadde üzerindeki yuvarlak yer, diğeri Çankaya’daki yeni köşkün mermer havuzu. Bu yerler şu nedenle konuşulmuştur:
Bir akşam Atatürk’ün etrafında toplananlar arasında, O’nun ölümlü oluşu üzerinde durulmuş ve özellikle kendisi 1926 suikast girişiminden sonra söylediği cümleyi tekrar etmişti. “Benim naçiz vücudum bir gün elbette toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.” dedikten sonra “Milletim beni istediği yerde yatırsın, yeter ki beni unutmasın,” demişti. Meclisin altındaki yuvarlak yeri ortaya atan kişiye ise, “iyi ve kalabalık bir yer, fakat ben böyle bir arzumu milletime vasiyet edemem”. Ancak, gene o akşam ileri sürülen bir fikrin kendisini çok duygulandırdığını, bugün bile hatırlıyorum.
Memleketin bütün sınır boylarından getirilecek toprak üzerinde yatmak. Recep Peker, hararetle bu fikrin sembolik savunmasını yapmıştı.

Atatürk, böyle bir fikrin uygulanmasından ancak, ölümlü vücudu için hoşlanacağını ve gurur duyacağını anlatırken bana bakarak: “Bunu unutma! ” demişti.

Prof. Dr. Afet İNAN